31 Mart 2013 Pazar

BEN DEĞİLDİM



Bir aksam üstü pencerenden bakıyordun
Ağır ağır, yollara inen karanlığa.
Bana benzeyen biri geçti evinin önünden.
Kalbin başladı hızlı hızlı çarpmaya..
O gecen ben değildim.

Bir gece, yatağında uyuyordun..
Uyanıverdin birden, sessiz dünyaya.
Bir rüyanın parçasıydı gözlerini açan,
Ve karanlıklar içindeydi odan...
Seni gören ben değildim.

Ben çok uzaktaydım o zaman,
Gözlerin kavuştu ağlamaya, sebepsiz ağlamaya.
Artık beni düşünmeye başladığından
Bıraktın kendini aşk içinde yasamaya..
Bunu bilen ben değildim.


Bir kitap okuyordun dalgın..
İçinde insanlar seviyor, ya da ölüyorlardı.
Genç bir adamı öldürdüler romanda.
Korktun, bütün yininle ağlamaya başladın..
O ölen ben değildim..

ÖZDEMİR ASAF

30 Mart 2013 Cumartesi

susarak

Güneş altında söylenmedik söz yokmuş..
Bu yüzden geceleri söylüyorum sevdiğimi..
Ne gece ne gündüz yokmuş söylenmemiş söz..
Bende söylenmişleri söylüyorum yeni biçimde..
Hiç bir biçim kalmamış dünyada denenmedik...
Bende susuyorum sevgimi saklayıp içimde....
Duyuyorsun değilmi suskunluğumu nasıl haykırıyor...
Susarak sevgisini ilan eden çok var sevgilim ...
Ama bir başka seven yok benim sustuğum biçimde .....


AZİZ NESİN

seni saklayacağım

Seni saklayacağım inan
Yazdıklarımda, çizdiklerimde
Şarkılarımda, sözlerimde.

Sen kalacaksın kimse bilmeyecek
Ve kimseler görmeyecek seni,
Yaşayacaksın gözlerimde.

Sen göreceksin duyacaksın
Parıldayan bir sevi sıcaklığı,
Uyuyacak, uyanacaksın.

Bakacaksın, benzemiyor
Gelen günler geçenlere,
Dalacaksın.

Bir seviyi anlamak
Bir yaşam harcamaktır,
Harcayacaksın.

Seni yaşayacağım, anlatılmaz,
Yaşayacağım gözlerimde;
Gözlerimde saklayacağım.

Bir gün, tam anlatmaya...
Bakacaksın,
Gözlerimi kapayacağım...
Anlayacaksın.


ÖZDEMİR ASAF

29 Mart 2013 Cuma

Bir denizci hikayesi


Oturduğu banktan kalktı, üzerindeki denizci üniformasını düzeltti ve şehrin büyük tren istasyonundaki insanları incelemeye koyuldu.

Gözleri o kızı arıyordu, kalbini çok iyi bildiği, ama yüzünü hiç görmediği, yakasında gül olan o kızı. Ona olan ilgisi bundan on üç ay önce Florida'da bir kütüphanede başlamıştı. Raflardan aldığı bir kitabın içindeki yazıdan çok etkilenmişti. Kitaptan değil, sayfalardan birinin kenarında kurşun kalemle yazılmış minik notlardan...

Yumuşak el yazısı düşünceli bir ruhu ve insanın içine işleyen bir karakteri yansıtıyordu. Kitabın baş sayfasında, o kitabı en son okuyan kişinin ismini gördü: Bayan Hollis Maynell. Biraz zaman ve çaba sonunda adresini buldu. Bayan Maynell New York'ta yaşıyordu. Blanchard ona kendisini tanıtan ve mektup arkadaşı olmayı teklif eden bir mektup yazdı.

Ertesi gün de İkinci Dünya Savaşı'na katılmak için Avrupa'ya doğru yola çıktı. Daha sonraki bir yıl bir ay boyunca birbirlerini mektuplarla tanıdılar. Her mektup kalplerine düşen bir sevgi tohumuydu sanki. Bir romantizm başlıyordu. Blanchard kızdan bir resmini istemişti, ama kız reddetti. Kendisini gerçekten önemsiyorsa nasıl göründüğünün ne önemi vardı ?

Sonunda Blanchard'ın Avrupa'dan dönüş günü geldi çattı. İlk buluşmalarını ayarladılar. New York Tren İstasyonu'nda akşam saat tam 7'de. "Beni tanıman için" diye yazmıştı kız mektubunda, "Ceketimin yakasında kırmızı bir gül takılı olacak".

İşte saat tam 7'ydi ve Blanchard yüzünü daha önce hiç görmediği, ama kalbini sevdiği o kırmızı güllü kızı arıyordu. Hikayenin gerisini Bay Blanchard'dan dinleyelim :

- Birden genç bir kızın bana doğru yürüdüğünü farkettim. İnce ve uzun boylu, dalgalı sarı saçları o güzel kulaklarının önünden omuzlarına düşmüş. Çiçek rengi mavi gözlü. Dudaklarının ve çenesinin muntazam kıvrımları ve açık yeşil giysisiyle insana sanki baharın geldiğini müjdeleyen bir kızdı. Ben de ona doğru yürümeye başladım. O kadar etkilenmiştim ki yakasında gül olup olmadığına bakmak aklıma bile gelmedi. Ona yaklaşınca, dudaklarında hafif ve tahrik edici bir gülümsemeyle bana 'Benimle aynı yöne mi gidiyorsun denizci ?' diye fısıldadı. Neredeyse kontrolsüz bir şekilde ona doğru bir adım daha atıyordum ki, o anda Hollis Maynel'i gördüm. Kızın tam arkasında duruyordu. 40'ını çoktan geçmiş, grileşmeye başlamış saçlarını şapkasının altında toplamış. Şişmana yakın, kısa boylu, kalın bilekli ayakları topuksuz ayakkabılara gömülmüş. Kafamı çevirdim, yeşil giysili kız hızla uzaklaşıyordu. Kendimi ikiye bölünmüş hissettim; arzularım kızı takip etmemi, ta içimden gelen bir istek ise ruhu bir yıldır bana eşlik eden kadınla kalmamı söylüyordu. İşte orada öylece duruyordu. Solgun, kırışık suratı kibar ve duygulu, gri gözleri sıcaktı. Çekinmedim. Beni tanımasını sağlayacak mavi deri ciltli kitabı ona doğru tuttum. Bu aşk olamazdı ama mutlaka değerli, belki aşktan da güzel, çoktan beri minnettar olduğum ve olacağım bir arkadaşlık gibi bir şey olabilirdi. Kadını selamladım, her ne kadar gizlemeye çalıştıysam da pek başaramadığım hayal kırıklığımı belli eden sesimle 'Ben Teğmen John Blanchard, siz de Bayan Maynell olmalısınız. Sizinle buluşabildiğim için çok mutluyum. Sizi yemeğe goturebilir miyim?' diye sordum.

Kadının yüzüne bir gülümseme yayıldı: 'Neden bahsettiğini bilmiyorum delikanlı' dedi, ama şu az önce buradan geçen yeşil elbiseli kız bu kırmızı gülü yakama takmamı rica etti benden, ve eğer siz beni yemeğe davet edecek olursanız kendisinin sizi caddenin karşısındaki büyük restoranda beklediğini söylememi istedi. Dediğine göre bu bir çeşit sınavmış..."

alıntıdır

Yağmur yağıyor. Mutfak camındayım. Nasıl üşüdüğümü
bilemezsin. Menekşelerim çiçek vermiyor artık anne.
Söylediğin gibi hep dibinden su verdim ama…

Şimdi telefon açsam sana, sesini duymak da yetmiyor ki.
Hep aynı cümleler; “Babamlar nasıl, ilacını aldın mı?”
Nedenini bilmediğim bir ağlamak var içimde.
Bir yerlere sığdıramıyorum yüreğimi. Bazen mutfakta
dalıp giderdin yemek yaparken, tahta kaşıkla
tencerenin başında öylece ne düşünürdün acaba?
Özlemek çok fena anne. Anlamak seni; daha da fena…

Omuzlarım ağrıyarak uyanıyorum sabahları.
Benim kızımın omuzlarımı ovmasına daha çok var.
Gittikçe sana mı benziyorum ben, ya da
“Annenin kaderi kıza” dedikleri doğru mu?
“Baban eskitir her şeyi kızım” demiştin bir kez,
anlamamışım meğer, eskiyormuş anneciğim.
Omzunu ovacak kalmıyormuş meğer aynı evin içinde.
Şimdi duysan bunları ne üzülürsün; mutsuz mu kızım diye,
çoktan kendinden vazgeçmiş bir sesle. Mutsuz değilim de anne,
yağmura ve mutfağımdaki kedere çare bulamıyorum.

Evimi topluyor, toz alıyor, patlıcan kızartıyor,
televizyon seyrediyor, akşam çalan kapıyı açıyorum,
açtığımı gören olmuyor.
Pişirdiğim yeniyor da, güzel olmuş denmiyor.
Çay demleniyor, demleniyor, demleniyor…

Kederim mutfağımın her yerine yerleşiyor.
Ah nasıl eskiyor her şey anne, nasıl eskiyor.
Eskilerimi de atmaya kıyamıyorum. Seni çok özlüyorum.
Bana yasakladığın bahçeler, sana da mı uzaktı hep?
Gidemeyişine ağladın mı sende? Ne zaman eskiyor sevgiler?
Ödenen bedellerin acısı geçince mi? İşte böyle,
kalbimde bir acı. Şarkılar seni söyler.

İclal AYDIN

önemli olan

Padişah, bir gece rüyasında tüm dişlerinin döküldüğünü, yemek bile yiyemez hale geldiğini görür. Sıkıntı içinde uyanır. Vezirini çağırıp sarayın rüya tabircisinin hemen huzuruna getirilmesini buyurur.

Uyku sersemi tabircibaşı yanına gelince, padişah düşünü anlatıp sorar:
"Tabircibaşı, bu rüya hayır mıdır, şer midir? Neye işarettir, hele bir söyle."

Tabircibaşı biraz düşünür; sonra utana sıkıla:
"Şerdir, Padişahım" der.
"Uzun yaşayacaksınız; ama ne yazık ki, tüm yakınlarınızın gözlerinizin önünde birer birer ölüp sizi yapayalnız bıraktıklarını göreceksiniz."

Bir an sessizlik olur; ardından padişah kükrer:
"Tez atın şunu zindana, felaket habercisi olmak neymiş öğrensin!"

Tabircibaşı, yaka paça götürülüp zindana atılır. Padişah bir başka tabircinin bulunmasını emreder. Huzura getirilen ikinci tabirciye de rüyasını anlatıp sorar:
"Hayır mıdır, şer midir?" der.

İkinci tabirci de önce biraz düşünür; ama sonra yüzü aydınlanır:
"Hayırdır, Padişahım!" der. "Bu rüya, tüm yakınlarınızdan daha uzun yaşayacağınızı gösterir. Daha nice seneler boyu ülkenizi yönetebileceksiniz."
Padişah, ağzı kulaklarında buyurur: "Bu tabirciye iki kese altın verin!"

Başından sonuna durumu izleyenler, tabirciye sorar:
"Aslında sen de tabircibaşı da aynı şeyi söylediniz. Neden onu cezalandırdı da seni ödüllendirdi?"

Tabirci güler:
Elbette aynı şeyi söyledik; ama önemli olan, kimilerine NE söylediğin değil, NASIL söylediğindir.?


alıntıdır

27 Mart 2013 Çarşamba

tek bir sebebi var

Sadece ben farklıyım
biraz dalgın ve uzak
bir hayli karamsar
biliyorsun
içimde kirli bir balon gibi büyüyen boşluğun
tek bir sebebi var
senin yokluğun...

...alıntıdır...

Gerekirse dinlenin,ama vazgeçmeyin

İşler kötü gittiğinde ki bazen gidecektir,
Tırmandığınız yol size çok dik geldiğinde,
Elinizdeki para az,borçlarınız çok olduğunda,
Gülümsemek isteyip,iç çektiğinizde,
Biraz daha endişe,sizi daha da kötü yaptığında,
Gerekirse dinlenin,ama vazgeçmeyin.

Hayatın dönemeçleri olduğunu
Öğreniriz hepimizin zamanla,
Ve bir çok başarısızlık tersine döner,
Sonuna kadar dayanıp kazandığınızda;
Vazgeçmeyin adımlarınız ne kadar ağırlaşsa da,
Esecek bir rüzgârla başarıya ulaşabilirsiniz.

Tersine döndürülmüş başarısızlıktır, başarı,
Gümüşe çalan şüphe bulutlarının altında,
Anlayamazsınız hedefinize ne kadar yakın olduğunuzu,
Çok uzak gibi görünürken,hemen yanı başınızda olabilir;
Öyleyse, devam edin mücadeleye,en kötü anınızda,
İşler kötü gidiyor gibi göründüğünde,
Vazgeçmemelisiniz...

C. W. Longenecker

seçmeler 3

...Durma üz kendini üzebildigin kadar, hatalarını düzeltecekse.
Düşünme hiç şu anını, düşüncesizlik garantiliyorsa yarını.
Ve kork ölümden ölesiye, korkun seni ölümsüzleştirecekse..'

Shakespeare





...Ben ağlarken yanımda yoksan, Ben gülerken gölge yapma

 M. Kundera 





...Boş yere canı yanmaz insanın. Ya bir eksiklik vardır geleceğe dair, ya da bir fazlalık vardır geçmişten gelen.

Fuzuli 





...Ne kadar acıdır başkasının gözüyle bakmak mutluluğa...

William Shakespeare




...Biri var beni ağlatan,güldürenlerden daha çok sevdiğim.. 

Elif Şafak





...Kural bu: En çok seven, hep en önce terkedilir. 
Unutma; Vedalar acıtsada, bazen gitmek gerekir.

Can Yücel



...Neden bitti biliyor musun?
İnanmaya gücüm kalmadığı için bitti.
İncittiğin yerler daha geçmedi diye bitti.
Senden vazgeçmem sandığın için bitti.
Uğruna gösterdiğim sabrı anlamadığın için bitti.
Zerre kadar değişmeyeceğin için bitti.
"Seviyorum" dediğin,
Ama sevginin uğruna hiçbir şey yapmayacağını gördüğüm için bitti.

Evet bitti,
Zor oldu ama bitti...

Canan Tan





...Kimsenin kimsesi yok ki,
Herkesin elmasında kendi diş izleri.

Murathan Mungan




...Daha son sözü söylemedi hayat,
Belki yarınlar, mutlu sonlar var.
Yeniden başlamak yorar insanı ama
Sonunda kavuşmak mutlu olmak var.

Nazım Hikmet





...Yaşadıkça düzelmiyordu hayat, tıpkı yaşlanmakla büyümediği gibi kişinin..."

Elif Şafak





...Bütün bir geceyi uykusuz geçirmene sebep olan şeyleri;
Bir nefeste anlatamazsın.
Önce içine atarsın,
Sonra susarsın ....

Murathan Mungan




...Ne kadar yaşayabileceğini biliyor musun ? O halde sarıl sevdiğine son nefesin gibi...

Marquez




...Gözyaşının bile görevi varmış; ardından gelecek gülümseme için temizlik yaparmış.

Mevlana




...Kendi kendime konuştuğum kadar, Kimseyle konuşmuyorum. Sebep delilik değil, Sadece bilirim ki insanı sadece en iyi kendi dinler.

Bob Marley


...Elimde olsa gelir miydim sana.
Yok yine gelmezdim. 
Yine seçerdim çürük elma gibi kenara,
Çünkü benim yaşanmışlığım yok senin kadar!
Benim ellerim senin kadar ele dokunmadı,
Benim gözlerimin içinde seninkiler de olduğu kadar insan boğulmadı.
Kalbim hala ilk görüşte aşka inanacak kadar saf,
Ve bir insanın sana iyi niyetle yaklaşacağına inanacak kadar...
Keşke kalbinin derinliklerinde ne var öğrenebilseydim!
Bana dair değil korkma hemen!
Bana dair sende bir şeylerin olmadığından eminim zaten.

Can Yücel






‎...Öyle bir an gelir ki tüm kararlar kötüdür; sorun, sonradan en az pişman olacağın kararı bulup seçmektir.

Amin Maalouf






...Terkeden kişinin gittiği yerde aradığını bulamayınca dönüp 'özledim' demesi; özlediğinden değil, eşek gibi pişman olduğundandır.


Aziz Nesin




...Susmak kabullenmek değil, cevaptır anlayabiliene..
Bil ki, kısa cümleler kuruyorsa insan, uzun yorgunlukları vardır sadece...


Dylan



...Ne ben Sezarım,Ne de sen Brütüssün.
Ne ben sana kızarım ne de zatın zahmet edip bana küssün.
Artık seninle biz,düşman bile değiliz...


Nazım Hikmet RAN




...İnsanlar sevdikleri şeyi yok etmeye, 
Daha sonra da yok ettikleri şeyi yeniden sevmeye,
Ve değer vermeye meraklıdırlar.

Neale Donald Walsch












26 Mart 2013 Salı

ben onun kim olduğunu biliyorum

Yaşlı bir adama sokakta yürürken bisikletli çarpmış ve hafif yaralanmış. 
Etraftakiler hastaneye götürmüşler.
Hemşireler, röntgen çekerek her hangi bir kırık ve
ya çatlak olup olmadığını inceleyeceklerini söylemişler.

Yaşlı adam huzursuzlanmış; “acelesi olduğunu, röntgen istemediğini” söylemiş.
…Hemşireler merakla acelesinin nedenini sormuşlar.

“Eşim huzur evinde kalıyor. Her sabah birlikte kahvaltı etmeye giderim, gecikmek istemiyorum” demiş.
Hemşire “Eşinize haber iletir gecikeceğinizi söyleriz” diyince;

Yaşlı adam üzgün bir ifade ile:
“Ne yazık ki karım Alzheimer hastası hiç bir şey anlamıyor,hatta benim kim olduğumu dahi bilmiyor” demiş.

Hemşireler hayretle:
“Madem sizin kim olduğunuzu bilmiyor neden hergün onunla kahvaltı yapmak için koşuşturuyorsunuz?” diye sormuşlar.

Adam cevaplamış:
“Ama ben onun kim olduğunu biliyorum” .


ALINTIDIR

etkileyici...

Bir otobüs durağında karşılaşmışlardı ilk kez.... Biri tıpta
okuyordu, öbürü mimarlıkta. O ilk karşılaşmadan sonra, bir
kere, bir kere, bir kere daha karşılaşabilmek için, hep aynı
saatte, aynı duraktan, aynı otobüse bindiler. Gençtiler, çok
genç... Birbirileriyle konuşacak cesareti bulmaları biraz 
zaman
aldı ama sonunda başrdılar. İkisi de her sabah otobüse
bindikleri semtte oturmuyorlardı aslında. Delikanlı 
arkadaşında
kaldığı için o duraktan binmişti otobüse, kız ise 
ablasında....
Sırf birbirilerini görebilmek için, her sabah erkenden
evlerinden çıkıp, şehrin öbür ucundaki o durağa, onların
durağına geldiklerini, gülerek itiraf ettiler bir süre 
sonra...
Okullarını bitirince hemen evlendiler. Mutluydular hem de 
çok
mutlu... Bazen işsiz, bazen parasız kaldılar ama
öylesine sıkı
kenetlenmişti ki yürekleri ve elleri hiçbir şeyi 
umursamadılar.
Ayın sonunu zor getirdikleri günlerde de ünlü bir doktor ve
ünlü bir mimar olduklarında da hep mutluydular. Zaman 
aşımına
uğrayan, alışkanlıklara yenik düşen, banka hesabında para
kalmadığı için ya da tam tersine o hesabı daha da kabarık 
hale
getirmek uğuruna bitip-tükeniveren sevgilerden değildi
onlarınki... Günler günleri, yıllar yılları kovaladıkça
sevgileri de büyüdü, büyüdü... Tek eksikleri çocuklarının
olmamasıydı. Zorlu bir tedavi sürecine rağman çocuk sahibi
olmayınca, “bütün mutlulukların bizim olmasını beklemek,
bencillik olur” diyerek devam ettiler hayatlarına. Çocuk
yerine, sevgilerini büyüttüler... “Senin için ölürüm”
derdi kadın, sımsıkı sarılıp adama ve adma “Hayır, ben senin
için ölürüm” diye yanıt verirdi hep...
Bazen eve geldiğinde, aynanın üzerinde bir not görürdü 
kadın,
Bir tanem, kütüphanenin ikinci rafına bak....” Kütüphanenin
ikinci rafında başka bir not olurdu, “Mutfaktaki masanın
üzerine bak ve seni çok sevdiğimi sakın unutma” Mutfaktaki
masadan, salondaki dolaba sevgi dolu notları okuya okuya
koşturan kadın, sonunda kimi zaman bir demet çiçek, kimi
zaman
en sevdiği çikolatalar, kimi zaman da pahalı armağanlarla
karşılaşırdı... Aldığı hediyenin ne olduğu önemli değildi
zaten....
Hayat ne kadar hızlı akarsa aksın, işleri ne kadar yoğun 
olursa
olsun hep birbirlerine ayıracak zaman buluyorlardı bulmasına
ama kırklı yaşların ortalarına geldiklerinde,
daha az çalışmaya karar verdiler. Adam, hastaneden ayrıldı 
ve muayenehanesinde hasta kabul etmeye başladı. kadın da 
mimarlık
bürosunu kapadı ve sadece özel projelerde görev aldı. Artık
daha fazla beraber olabiliyorlardı. Bir gün sahilde 
dolaşırken,
harap durumda
bir ev gördü kadın, üzerinde “satılık” levhası
asılı olan. “Ne dersin, bu evi alalım mı?” dedi adama. “Bu
viraneyi yıktırır, harika bir ev yaparız. Projeyi kafamda
çizdim bile. Kocaman terası olan, martıları kahvaltıya davet
edeceğimiz bir deniz evi yapalım burayı...” “Sen istersin de
ben hiç hayır diyebilirmiyim?” diye yanıt verdi adam.
Amerika’daki tıp kongresinden döner dönmez ararım 
emlakçıyı...
Kaç para olursa olsun, burası bizimdir artık....”
Sadece bir hafta ayrı kalacaklarını bildikleri halde,
ayrılmaları zor oldu adam Amerika’ya giderken. Her gün, her
saat
konuştular
telefonla. Gözyaşları içinde kucaklaştılar havaalanında. 
Fakat
birkaç gün sonra, kocasında bir tuhaflık olduğunu fark etti
kadın. Eskisi kadar mutlu görünmüyor, konuşmaktan 
kaçınıyordu.
Onu neşelendirmek için, sahildeki evi hatırlattı ve çizdiği
projeyi verdi kadın ama hiç beklemediği bir cevap aldı: 
“Canım,
o ev bizim bütçemizi aşıyor. Sen en iyisi o evi unut...”
Mutsuzluk, mutluluğun tadına alışmış insanlara daha da acı,
daha da çekilmez gelir. kadın, hiç sevmedi bu beklenmedik
misafiri. Derdini söylemesi için yalvardı adama, “Senin için
ölürüm, biliyorsun, ne olur anlat”
diye dil döktü boş yere...
Yıllardır sevdiği adam, duyarsız ve sevgisiz biriyle yer
değiştirmişti sanki. Ona ulaşmaya çalıştıkça, beton 
duvarlara
çarpıyordu kadın, her çarpmada daha fazla kanıyordu 
yüreği...
Bir gün,
çocukluğunun, gençliğinin ve bütün hayatının birlikte 
geçtiği
arkadaşına dert yanarken, “Artık dayanamıyorum, sana 
söylemek
zorundayım” diye sözünü kesti arkadaşı. “O, seni aldatıyor. 
İş
yerimin tam karşısındaki restoranda genç bir kadınla yemek
yiyiyor her öğlen. Sonra sarmaş dolaş biniyorlar 
arabaya....”
’’Sus, sus çabuk, duymak istemiyorum bu
yalanları” diye bağırdı
kadın. Onca yıllık arkadaşını, kendisini kıskanmakla
suçladı.... Ertesi gün, öğle vakti o restoranın hemen
karşısında bir köşeye sindi sessizce ve peri masallarının
sadece masal olduğunu anladı... Kocasının eskiden aynı
hastanede çalıştığı genç çocuk doktorunu tanıdı hemen. Bazen
evlerinde ağırladıkları kadına nasıl sarıldığını gördü
adamın...

Akşam kocası eve gelir gelmez, bazen bağırıp, bazen 
ağlayarak,
bazen ona sımsıkı
sarılıp bazen de yumruklayarak haykırdı suratına her şeyi.
İnkar etmedi adam. Zamanla duyguların değişebildiği,
insanların
orta yaşa geldiklerinde farklılık aradığı gibi bir şeyler
geveledi ağzında ve bavulunu alıp gitti evden. Kapıdan
çıkarken, “son bir kez kucaklamak isterim seni” diyecek oldu
ama kadın, “defol” dedi nefretle...
İlk celsede boşandılar... Modern bir aşk hikayesinin böyle 
son
bulmasına kimse inanamadı. Arkadaşlarının desteğiyle ayakta
kalmaya çalıştı kadın. Adamın, sevgilisiyle birlikte 
Amerika’ya
yerleştiğini öğrendi. Bazen yalnız kaldığında, onu hala
sevdiğini hissedince, ağlama nöbetleri geçiriyor, aşkın 
yerini,
en az onun kadar yoğun bir duygu olan nefretin alması için 
dua
ediyordu.
Aradan bir yıl geçti... Her şeyin ilacı olduğu söylenen 
zaman
bile, kadının derdine çare
olamamıştı. Bir sabah, ısrarla çalan zilin sesiyle uyandı.
Kapıyı açtığında, karşısında o kadını gördü. “Sen, buraya ne
yüzle geliyorsun” diye bağırmak istedi ama sesi çıkmadı.
Lütfen, içeri girmeme izin ver, mutlaka konuşmamız 
gerekiyor.”
dedi genç kadın. Kanepeye ilişti ve zor duyulan bir sesle
konuşmaya başladı: “Hiçbir şey göründüğü gibi değil aslında.
Çok üzgünüm ama o bir saat önce öldü. Geçen yıl Amerika’daki
kongre sırasında öğrendi hastalığını ve yaklaşık
bir senelik
ömrü kaldğını. Buna dayanamayacağını, hep söylediğin gibi
onunla birlikte ölmek isteyeceğini biliyordu. Seni kendinden
uzaklaştırmak için, benden sevgilisi rolünü oynamamı istedi.
Ailesine de haber vermedi. Birlikte Amerika’ya yerleştiğimiz
yalanını yaydı.
Oysa ilk karşılaştığınız otobüs durağının karşısında bir ev
tutmuştu. Tedavi görüyor ve kurtulacağına inanıyordu ama
olmadı. Gece fenalaşmış, bakıcısı beni aradı, son
anda yetiştim. Sana bu kutuyu vermemi istedi...” 
Gözlerinden
akan yaşları durduramayacağını biliyordu kadın. Hemen 
oracıkta
ölmek istiyordu. Eline
tutuşturulan kutuyu açmayı neden sonra
akıl edebildi. İtinayla katlanmış bir sürü kağıt duruyordu
kutuda. İlk kağıtta, “Lütfen bütün notları sırayla oku bir
tanem” diyordu... Sırayla okudu; “Seni çok sevdim”, “Seni
sevmekten hiç vazgeçmedim”, “Senin için ölürüm derdin hep,
doğru söylediğini bilirdim.” “Fakat benim için ölmeni
istemedim” “Şimdi bana söz vermeni istiyorum.” “Benim için
yaşayacaksın, anlaştık mı?” son kağıdı eline alırken, kutuda
bir anahtar olduğunu gördü kadın... Ve son kağıtta şunlar
yazılıydı:

“Sahildeki evimizi senin çizdiğin projeye göre yaptırdım.
Kocaman terasta
martılarla kahvaltı ederken, ben hep seni izliyor 
olacağım....”

Alıntıdır...