17 Nisan 2013 Çarşamba

mevlana dan


hiçbir şey değilim


Baktım da sana kırgın değilim, kızgın değilim, dargın değilim.
Kısacası ben artık sana 'hiçbir şey' değilim...

...............................


bir çıkmaz sokakta


Ne kadar dönüp dolaşsam, yine de
Hep o çıkmaz sokaktayım çaresiz
Bir umut kırıntısı gözlerimde
Yürüyorum durmadan, dalgın, sessiz
Sokak o sokak, bense ben değilim
Sanki bin yıllar geçmiş aradan
Boşlukta bir şeyler arıyor elim
Belki de mahşere dek bulunmayan
Yitirdiğim neydi, aradığım ne
Çöken ne yüreğime kurşun gibi
Tanrım! ben mi değiştim söylesene
Yoksa bende zamanlar mı eskidi
Bir yerlere varmadan, nasıl böyle
Hiç durmadan akıp gidiyor günler
Yaşam diye verdiğin bu mu söyle
O mu sırtıma sapladığın hançer
Bir çıkmaz sokağın sonunda, işte
Suskun ve tek başına seninleyim
Fanilikten ölmezliğe geçişte
Bilmiyorum, söyle bana, ben neyim
Sevdimse; verdiğin yürekle sevdim
Sen açtın bu ufku karşımda sonsuz
Yürüdüm bir yolun sonuna geldim
Yıkık, üzgün ve paramparça onsuz
Ölüm buysa, Tanrım buysa yaşamak
Sil alnımdan yazdığın bu yazgıyı
Ya bir yere çıksın artık bu sokak
Ya da öldür içimdeki Tanrıyı!..
alıntıdır

15 Nisan 2013 Pazartesi

artık kalbim yok


artık kalbim yok ağladığımda sana 
düşündüğümde seni artık kalbim yok
seni anlatırken birilerine,atmıyor kalbim
atmıyor kalbim seni gördüğümde rüyalarımda
İstediğin gibi yaptım;artık kalbim yok!
Küçük bir velede verdim onu,oyuncak niyetine
fırlattım attım doyursun karnını diye bir sokak köpeğine
suda sektirdim bir kiremit parçası gibi
ve bekledim batmasını
bekledim batmasını yanan bir gemi
nasıl ağlayarak denize dökülürse

İstediğin gibi yaptım;artık kalbim yok!
Artık kalbim yok baktığımda eski resimlere
özlediğimde seni
arta kalmış bir kalbim yok!
yok!


Küçük İskender

7 Nisan 2013 Pazar

Ayrılık Sevdaya Dahil

Acilmis sarmasik gulleri kokulariyla baygin 
En gorkemli saatinde yildiz alacasinin 
Gizli bir yilan gibi yuvarlanmis icimde kader 
Uzak bir telefonda aglayan yagmurlu genc kadin 
Ruzgar uzak karanliklara surmus yildizlari 
Mor kivilcimlar geciyor daginik yalnizligimdan 
Onu cok ariyorum onu cok ariyorum 
Heryerimde vucudumun agir yanik sizilari 
Bir yerlere yildirim dusuyorum 
Ayriligimizi hisettigim an demirler eriyor hirsimdan 
Ay isigina batmis karabiber agaclari gumus tozu 
Gecenin irmaginda yuzuyor zambaklar yaseminler unutulmus 
Tedirgin gulumser 
Cunku ayrilik da sevdaya dahil cunku ayrilanlar hala sevgili 
Hic bir ani tek basina yasayamazlar 
Her an otekisiyle birlikte hersey onunla ilgili 
Telasli karanlikta yumusak yarasalar 
Gittikce genisliyen yakilmis ot kokusu 
Yildizlar inanilmiyacak bir irilikte 
Yansimalar tutmus butun sahili 
Cunku ayrilmanin da vahsi bir tadi var 
Oyle vahsi bir tad ki dayanilir gibi degil 
Cunku ayriliklar da sevdaya dahil 
Cunku ayrilanlar hala sevgili 
Yanlizlik hizla alcalan bulutlar karanlik bir agirlik 
Hava agir toprak agir yaprak agir 
Su tozlari yagiyor ustumuze 
Ozgurlugumuz yoksa yalnizligimiz midir 
Eflatuna calar puslu lacivert bir sis kusatti ormani 
Karanlik coktu denize 
Yanlizlik cakmak tasi gibi sert elmas gibi keskin 
Ne yanina donsen bir yerin kesilir fena kan kaybedersin 
Kapini bir calan olmadi mi hele elini bir tutan 
Bilekleri bembeyaz kugu boynu parmaklari uzun ve ince 
Simsicak bakislari suc ortagi kacamak gulusleri gizlice 
Yalnizlarin en buyuk sorunu tek basina ozgurluk ne ise yarayacak 
Bir turlu cozemedikleri bu olu bir gezegenin soguk tenhaligina 
Benzemesin diye ozgurluk mutlaka paylasilacak suc ortagi bir sevgiliyle 
Sanmistik ki ikimiz yeryuzunde ancak birbirimiz icin variz 
Ikimiz sanmistik ki tek kisilik bir yalnizliga bile rahatca sigariz 
Hic yanilmamisiz her an dusup dusup kristal bir bardak gibi 
Tuz parca kirilsak da hala icimizde o yanardag agzi 
Hala kipkizil gulumseyen sanki atesten bir tebessum zehir zemberek aşkımız


ATİLLA İLHAN
   

1 Nisan 2013 Pazartesi

Aşk Budur!

herkesin sevdiğine tez zamanda kavuşması dileğimle...

Öyle tesadüfler vardır ya: Bir otobüs durağında poşetlerle beklerken, rastlaşırsınız aniden...

"Bu o..." diye içiniz titrer. Bir zamanlar yüreğinizi yakan aşık, sarkmış göbeği, ağarmış saçlarıyla karşınızdadır... İki elinde iki çocuk...

- Nasılsın?

- İyiyim... Ya sen?...

- Kızın amma da büyümüş... Benim de var 10 yaşında...

- Annen, baban?..

- Babamı kaybettik. Annem hasta...

- Mutlu musun?

Sessizlik...

- Telefonumu vereyim, ararsın belki...

İki yanakta iki masum buse; biri eski sevgiliye, diğeri onunla birlikte yitip giden maziye...

"- Kimdi o amca anne?.."

Yüreğinizde belli belirsiz bir iç çekme ve aklınızda hınzır bir soru işareti:

"Acaba?.."

*****

Aliye ile Ramazan' in aşk hikayesinde buna benzer bir hüzün gizliydi. Gerçi öyküleri, önce hakli olarak bir "tip rezaleti" olarak yansıdı Milliyet' in manşetine...

Ancak Ayşegül Aydoğan' ın haberi en az ilki kadar hazindi: Polis memuru Ramazan Bey, öğretmen Aliye Hanım'a 1954'te Karabük'te evlenme teklif etmiş. Annesine bakmak zorunda olduğundan kabul edememiş Aliye... Bir başkasıyla evlenmiş Ramazan... Üç çocuğu olmuş, ancak Aliye' yi hep aklında, göğsünde saklamış.

Gün gelmiş, eşi göğüs kanserine yenik düşmüş. Ailesi "3 çocukla bir başına bas edemezsin, evlen" diye tutturmuş. O da "Yıllar önce bir sevgilim vardı, evlenirsem onunla evlenirim" demiş.

17 yıl sonra gençliğinin Karabük' üne dönmüş ve Aliye'nin peşine düşmüş. Öğretmenlik yaptığı okulda bulmuş onu... Müdürün odasında beklemeye koyulmuş. Aliye odaya girip de eski aşkını karşısında görünce şaşkınlıktan dışarı kaçmış. 17 yıl önceki teklifi yinelemiş Ramazan:

"- Evet" demiş bu kez Aliye öğretmen...

28 yıl evli kalmışlar. İkinci baharı yaşamışlar. Malum, ikinci bahar, "son" bahardır. Orada aşk, hayatla cilveleşmekten çok, hayat denilen çileyi birlikte göğüslemektir.

71 yıllık yorgun kalbi teklemiş bir gün Aliye'nin... Ramazan bir ambulansla hastaneye yetiştirmiş eşini... Kabul etmemişler, paraları yok diye... Sonra bir başkasına... Yine ret... Aliye Hanım ölümün eşiğinde duyuyormuş Ramazan Bey' in çırpınışlarını; "Allah'ım bunlar ne yapıyor" diye ürperiyormuş. Ramazan Bey "ilk göz ağrım gidiyor" diye sızlanıyormuş için için...

"Ona bir şey olursa ben ne yaparım?.."

Sonunda Ramazan Bey'in yeğenlerinin parasıyla bir özel hastaneye yatırabilmişler. Sağ eli sımsıkı eşinin avucunda...

"İlk bahar"da çoğunlukla imkansızlıktır aşkı filizleyen, besleyen; "son bahar"daysa fedakarlık...

Bütün Dünya dergisinde vardı; çocuklara "Aşk nedir" diye sormuşlar. Söyle demiş afacanlardan biri:

"Anneannem sırtından hasta olmuştu. Eğilemediği için ayaklarına oje süremiyordu. Dedem devamlı elleri titremesine rağmen ananemin ayaklarına oje sürüyordu. Bence aşk budur."


 CAN DÜNDAR

Aceleye Gerek Yok ki...

Herkes bir arayış içinde, ama hiç kimse ne aradığını bilmiyor.Sanıyoruz ki çok paramız, sürekli yükselen bir kariyerimiz, bahçeli bir evimiz, spor bir arabamız olunca biz de çok mutlu olacağız.
Hadi maddeciliği bir kenara bırakalım; niye herkes aşktan şikayetçi?
Çevremizde kaç kişinin aşk hayatı iyi gidiyor? Eminim parmakla sayılacak kadar azdır. Ve eminim hiç kimse yanlışın nerede olduğunu da bulamıyordur.
Ben ten uyuşması kadar ruh uyuşmasının önemine inanırım. Hatta insanların eş ruhlarının olduğuna bile inanırım. Ama ruhları olmayan bedenler birbirleriyle ne kadar uyuşabilir ki? Evet, önce göz görür fakat ancak ruh sever. Ayrıca ruhumuz olmadan eş ruhumuzu bulmak gibi bir şansımız olmadığına da eminim... İşte bu yüzden içimiz de sürekli bir eksiklik duygusuyla yaşıyoruz hepimiz, işte bu yüzden sürekli duvarlara çarpıp çarpıp kendimizi kanatıyoruz ve işte bu yüzden mutluluğu bir türlü yakalayamıyoruz...
Gerçekte hız çağında yaşıyoruz. Her şey o kadar hızlı geçiyor ki, ne işe, ne arkadaşlarımıza, ne ailemize, ne çocuğumuza, ne kendimize yeterince vaktimiz kalmıyor. Akrep ve yelkovanla yarış halindeyiz. Bu yüzden bütün ilişkiler yarım yamalak, bütün sevgiler bölük pörçük.
Sevmeye bile vaktimiz yok bizim.
Oysa teknolojinin nimetlerinden fazlasıyla yararlanıyoruz. Ne çamaşır yıkıyoruz ne de bulaşık, çayımızı kahvemizi makineler yapıyor.
İşlerimizi bir telefon, bir faksla hallediyoruz. Uçaklar bizi iki saat içinde dünyanın bir ucuna taşıyor. Hatta artık gitmeye bile gerek yok, internetle dünya elimizin altında. Ama yine de vaktimiz yok işte!
Bence doğanın kara bir laneti. Biz ondan uzaklaştıkça, o da bizden bütün zamanları çalıyor.
Milan Kundera "yavaşlık" adlı kitabında; "yavaşlık hep aldatır,hızlılık ise unutturur" diyor. Telefon hızlılık mesela, konuşulanları,söylenenleri unutturur. Mektupsa yavaşlık, hep vardır ve hep hatırlatır. Evet freni patlamış kamyon gibi yaşamanın hiç anlamı yok.
Ayağımızı gazdan yavaş yavaş çekelim ve biraz mola verip ruhumuzun da bize yetişmesini bekleyelim artık.
Aceleye ne gerek var?
Hayat yalnız biz izin verdiğimiz gibi geçer. İyi ya da kötü hızlı ya da yavaş...
Her şey bizim elimizde, sevgi de, aşk da, başarı da. Ama ancak kendi ruhumuzla buluştuğumuzda...

CAN DÜNDAR

aç gözlerini

En sevdiğin elbiseni giydim bu gece kokunu sürdüm solgun yüzünü okşadım
Sessizce saçlarından öptüm 
yazdığın mektupları okudum
Kana kana su içer gibi plaklarını çaldım ah!
En çok o şarkıda özledim seni.

Issızlık kapıyı çaldı, açmaya korktum gece yarısı
Şehir uykuya daldı, baktım dışarıya katran karası
Rüzgar telaşla kokunu getirdi bana aldım koynuma
Buseni hafızamdan koparıp iliştirdim dudaklarıma
Üşüdüm karanlıkta tenine dokundum hissetsin diye
Aç gözlerini

Erguvanlarına su verdim içerken benimle konuştular
Yastığını okşadım, kokladım anılar uçuştular
Soluğun saçlarımı yaladı sanki yine bir meltem gibi
Teninin kokusu karıştı kokuma yakıştılar

Boğuldum karanlıkta
Yanı başımdasın benden çok uzaklarda
Ellerimi tut dokun bana aç gözlerini.

Attım kendimi caddelere yeşil ceketin sardı beni
Yürüdüm üstüne karanlığın korkusuz tuttum ellerini.


 CAN DÜNDAR

ORHAN VELİ KANIK-SEÇMELER

...Benim de mi düşüncelerim olacaktı,
Ben de mi böyle uykusuz kalacaktım,
Sessiz, sedasız mı olacaktım böyle?
Çok sevdiğim salatayı bile
Aramaz mı olacaktım?
Ben böyle mi olacaktım?




...Bilmezler yalnız yaşamayanlar,
Nasıl korku verir sessizlik insana;
İnsan nasıl konuşur kendisiyle;
Nasıl koşar aynalara,
Bir cana hasret,
Bilmezler.




...Bekliyorum
Öyle bir havada gel ki,
vazgeçmek mümkün olmasın!




...sokakta giderken,kendi kendime
gülümsediğimin farkına vardığım anlarda
insanların beni deli zannedeceğini düşünüp
gülümsüyorum...




...Beni bu güzel havalar mahvetti,
Böyle havada istifa ettim
Evkaftaki memuriyetimden.
Tütüne böyle havada alıştım,
Böyle havada aşık oldum;
Eve ekmekle tuz götürmeyi
Böyle havalarda unuttum;
Şiir yazma hastalığım
Hep böyle havalarda nüksetti;
Beni bu güzel havalar mahvetti.




...Bakakalırım giden geminin ardından;
Atamam kendimi denize, dünya güzel;
Serde erkeklik var, ağlayamam




...Bilmem ki nasıl anlatsam;
Nasıl, nasıl, size derdimi!
Bir dert ki yürekler acısı,
Bir dert ki düşman başına.
Gönül yarası desem...
Değil!
Ekmek parası desem...
Değil!
Bir dert ki...
Dayanılır şey değil...




...Gün olur, alır başımı giderim,
Denizden yeni çıkmış ağların kokusunda.
Şu ada senin, bu ada benim,
Yelkovan kuşlarının peşi sıra.
Dünyalar vardır, düşünemezsiniz;
Çiçekler gürültüyle açar;
Gürültüyle çıkar duman topraktan.
Hele martılar, hele martılar,
Her bir tüylerinde ayrı telaş!...
Gün olur, başıma kadar mavi;
Gün olur başıma kadar güneş;
Gün olur, deli gibi...




...Sarhoş oldum da
Seni hatırladım yine;
Sol elim,
Acemi elim,
Zavallı elim!




...Sanma ki derdim güneşten ötürü;
Ne çıkar bahar geldiyse?
Bademler çiçek açtıysa?
Ucunda ölüm yok ya.
Hoş, olsa da korkacak mıyım zaten
Güneşle gelecek ölümden?
Ben ki her nisan bir yaş daha genç,
Her bahar biraz daha aşığım;
Korkar mıyım?
Ah, dostum, derdim başka...




...Bir okla yaralı kalbim,
Boyacının sandığında;
Güvercinim kâğıt helvasında;
Sevgilim kayığın burnunda;
Yarısı balık,
Yarısı insan;
İn miyim?
Cin miyim?
Ben neyim?




...Dün fena sıkıldım akşama kadar
İki paket cigara bana mısın demedi
Yazı yazacak oldum, sarmadı
Keman çaldım ömrümde ilk defa
Dolaştım
Tavla oynayanları seyrettim
Bir şarkıyı başka makamla söyledim
Sinek tuttum bir kibrit kutusu
Allah kahretsin, en sonunda
Kalktım buraya geldim





...Handan,hamamdan geçtik
Gün ışığındaki hissemize razıydık
Saadetinden geçtik
Ümidine razıydık
Hiçbirini bulamadık
Kendimize hüzünler icadettik
Avunamadık
Yoksa biz...
Biz bu dünyadan değil miydik?